CLICK HERE FOR BLOGGER TEMPLATES AND MYSPACE LAYOUTS »

11 Şubat 2010 Perşembe

"Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik"

"Bu arada;

hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne,

günün karanlık saatlerine,

ara sıra kopsa da fırtınalara,

bir gün boğulacağımız denizlere,

eski günlere,

neler olacağını bilmesek de geleceğe,

kötülüklerle dolu olsa bile tarihe,

tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara,

Donkişotlar 'a,

ateş hırsızlarına,

Ernesto "Çe" Guevara'ya,

yollara-yolculuklara,

sevgililere,

sevişmelere,

sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara,

üşürken ısınmalara,

her şeyden sıcak annelere, babalara

ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.

Kötü şeyler gördük.

Savaşlar,

katliamlar,

ölen-öldürülen çocuklar gördük

Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük.

Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük.

Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük.

Biz de öldük.

Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.

Teşekkürler dünya."


Kazım Koyuncu

2 Şubat 2010 Salı

kadın olmak üzerine...

12 yaşında…

Hayal ediyorum cesedini. Kanlar içinde bir beden, muhtemelen üstünde önlüğüyle, önlüğün mavisi kanın kırmızısıyla karışmış durumda. Yüzünde korkmuş bir ifade. Korkmuş baktığı yerde gördüğü şeyden. Kalaşnikofu bedenine doğrultan ellerden korkmuş.

Hayal ediyorum bir gün öncesini. Sınıfında yine mavi önlüğüyle, sırasında otururken, gülerken. Öğretmeni hayal ediyorum bakarken sınıfa. Kaleme uzanan eli, kağıda da ulaşıyor, yazmaya başlıyor kargacık burgacık harfleri. Okunmuyor bile yazılanlar.
İçindeki duyguları hissetmeye çalışıyorum. İçinin hop ettiğini içimde hissediyorum, gözlerinin korkuyla karışık cesaretle baktığını, sevinçle ışıldadığına inanıyorum. Elini uzatıyor, içi kıpır kıpır, ah bir bilse sonucunu, ah bir bilse olacakları…
Tam uzatıyor kağıdı, yanlış ellere gidiyor kağıt. Kocaman elleriyle öğretmen alıyor kağıdı, açıyor, okuyor… “Ayıp” diyor “Ayıp bu yaptığın!”. Sevdiğini söylemek ayıp. Sevmek ayıp. Okula gelmen bile ayıp. Camdan bakman ayıp. Konuşman ayıp, düşünmen ise suç.

Üç mermiyle buluşuyor bedeni sabahın erken saatlerinde. Üç mermiyle intihar ettiği söyleniyor. (!)

İntihar ettiği düşüncesine herkes inanıyor, kendileri bile. Vicdanları rahatlıyor, namus kelimesiyle vicdan rahatlatıyorlar.

Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde yayınlanan, aslında çok alışageldiğimiz haberlerden birisi Ağrılı Meryem’in haberi. Erkeklerin dünyasında, onların egemenliği altında yaşatıldığımız bu dünyada bir kadını daha uğurluyoruz.


Onun ölümünün son olmadığını biliyoruz, sustuğumuz boyun eğdiğimiz kendimize olan inancımızı yitirdiğimiz sürece daha nicelerini kurban vereceğimizi biliyoruz. Biliyoruz ama nedense bir şey yapmıyoruz. Batıdaki kadının bu durum için bir şey yapmaması demek, Doğuda yarın bir kadının daha ölmesi demek. Doğudaki kadının bugün kendisi için mücadele etmemesi demek Batıdaki kadının tacizlere, tecavüzlere maruz kalmaya devam etmesi demek.

Milyonlarca kadın tacize, şiddete, tecavüze maruz kalıyor, ya sesini çıkarmıyor ya da erkek egemen vakıflar, yönetim, sivil toplumlar tarafından bastırılmasa bile savunulmuyor. Kadınların bir an önce sosyal hayatta aktif olması gerek. Bugün eğer vakıflar yönetimler kadınları savunmuyorsa bunların sebebi kadınlardır. Evde oturup doğurduğumuz çocuklara bakmak, kocalarımıza hizmet etmek yerine mücadele içinde olmayı başarabilseydik eğer; Ayşe bugün tecavüze uğramayacak, Meryem ölmeyecek, Hatice iş yerinde tacize uğramayacak, Saadet evde şiddete maruz kalmayacaktı.

Fabrikalarda sömürülmekten, bakan gözlerde “obje” olarak görülmekten, hayatımızı iki çocuk ve bir kocaya adamaktan, onlardan da çoğu zaman hak ettiğimiz değeri görmemekten, istediğimiz yere gidememekten, her fırsatı değerlendiren erkeklerin otobüste bile rahat bırakmamasından, törelerle öldürülmekten, dövülmekten, cinsel açıdan yok sayılmaktan bıkmadık mı?

Tüm renklerimizle muazzam bir gökkuşağı çizebilecekken, milyonlarca renklerimiz varken, sonsuz karanlıklara sürülmüşlüğümüz neden?