CLICK HERE FOR BLOGGER TEMPLATES AND MYSPACE LAYOUTS »

17 Aralık 2009 Perşembe

...karmaşa...

otobüsteyim... 3 yıldır boş boş duran eski un fabrikası yıkılıyor, yerine bir yenisi yapılandırılmak üzere. her yer toz bulutu, kürekler çalışıyor harıl harıl, sesler geliyor... buraya kadar her şey normal, olması gerektiği gibi. normal olmayan şey; insanların çocuklarıyla o toz bulutunun içinde demir savaşına girmesi. bir parça demir için içe çekilen milyonlarca zerre toz, çekilen eziyet... o demirden gelecek ekmek parası...
 bu durumun suçlularını ben de onlar da biliyoruz. en iyisi suçu bambaşka birine atmak, küreği kullanan yorgun, gözlerini  tozdan açamayan, tıknaz, elinde sigarasını derin derin içine çeken amcaya...

bir çocuk ağlıyor köşede, demir alamamış herhalde. belki de başka birşeydir ağladığı ama o an öyle gelmiyor bana. çocuğun gözleri bana madenci arkadaşlarını göçük altında kaybeden yeşil gözlü amcayı hatırlatıyor. o an o resim gözlerimin önüne geliyor, düşünüyorum, suçluyu bu sefer buluyorum; toprak.. suçlusun toprak..  toprak dediğin çöker mi? kayar mı ?  durmalı yerinde toprak. durmalı ki altta çalışan işçiler nefes almaya devam etsin, durmalı ki kapitalist düzen daha çok yesin..

madencilerin kurtarma çalışmaları bana ağustosu hatırlatıyor.. göçük altında kalan binlerce insanı düşünüyorum.. ama orda da suçluyu hemen buluyorum; Veli Göçer. sanki bütün ölen insanların evlerini o inşa etmiş gibi. sanki işin içinde hiç mühendis, hiç yapı denetim, hiç başka müteahhit yokmuş gibi..

göçük derken de aklıma okulum geliyor.. çökecek diye beklediğimiz okula yapılan yeni duvarlar, yeni odalar.. sınav olmaya sınıf bulamadığımız okulda hocalara ayrı oda ayırıyoruz, aman bir arada kalıp rahatları bozulmasın diye...

çok fazla düşünmenin pek hayra alamet olmadığı geliyor aklıma hemen düşünmeyi bırakıyorum, daha hayırsız bir şey yapıyorum; düşüncelerimi yazıya döküyorum  (:

0 yorum: